1.GİRİŞ: ANAYASAL MÜLKİYET HAKKI VE KAPSAMI
Anayasamızın 35’inci maddesine göre; herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması, toplum yararına aykırı olmaz. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘ne Ek Protokolün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı birinci maddesine göre; her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Görüleceği üzere, Anayasamız ile AİHS mülkiyet hakkı konusunda “kanunla düzenleme” ve “kamu yararı” hususlarını bu temel hak ve hürriyetin sınırlandırılmasında şart olarak öngörmüştür.
Anayasanın 35’inci maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını korumaktadır. Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde şüphe bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ile fikri hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dahildir. Anayasal mülkiyet hakkı, kapsam itibarıyla 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda yer alan mülkiyet kavramıyla sınırlı değildir. Türk hukukunda mülkiyet hakkı veya ayni hak kapsamında görülmeyen hakların gündemde olduğu uyuşmazlıklar, nihayetinde anayasal mülkiyet hakkı bağlamında bireysel başvuruya konu olabilmektedir. Benzer şekilde, ihlal edildiği iddia edilen hakkın, mutlak hak olması dahi gerekmemektedir. Dolayısıyla terminolojik benzerliğe aldanmamalı, Türk hukukunda mülkiyet veya mülkiyet hakkı kavramının yaygın kullanımındaki anlam ile anayasal mülkiyet hakkı kavramının birebir örtüşmediği hatırda tutulmalıdır. Yine kural olarak anayasal mülkiyet hakkı; mülkiyet edinme hakkını veya gelecekteki hakları korumamakta, sadece mevcut malvarlığına yönelen müdahalelere karşı güvence sağlamaktadır. Bu durumun istisnası ise meşru beklentilerin korunmasıdır.
Anayasa Mahkemesi‘nin 5 Mayıs 2020 tarihli ve 31118 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 11.03.2020 tarihli 2016/12233 Başvuru No hakkında verdiği kararda da anayasal mülkiye hakkı Mahkeme önüne taşınmış, başvurucu, tutuklu kaldığı süre için muhtarlık maaşının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2.OLAYLAR VE İDDİALAR
Yürütülen bir soruşturma kapsamında tutuklanan muhtar olan başvurucu yargılama sonucu beraat etmiştir. Beraat kararı temyiz edilmeden kesinleşmiştir. Başvurucu Maliye Hazinesi aleyhine tazminat davası açmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuya tazminat ödenmesine karar vermiş, temyiz aşamasında Yargıtay başvurucunun tutuklu kaldığı süreye ilişkin olarak ödenmediği iddia olunan muhtarlık maaşına dayalı gelir kaybı yönünden idareye ve sonrasında idari yargı yerlerine başvurması gerektiğini belirtmiştir. (Paraf.1)
Başvurucu Mahalli İdareler Bürosuna başvurarak tutuklu kaldığı dönemde ödenmeyen muhtarlık maaşlarının kendisine ödenmesini talep etmiştir. Bu talebi reddeden İl Özel İdaresi, Köy ve Mahalle Muhtarlarının Ödeneklerinin Ödenme Usulü, Köy ve Mahalle Muhtarları ve İhtiyar Heyetleri Tarafından Verilecek Resmi Evrak ile Mahalle Muhtarlarının Harç Tahsilatının ve Paylarının Ödenme Biçimi Hakkında Yönetmelik (Yönetmelik) gereği tutuklu bulunan süreler için ödenek verilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Başvurucu İl Özel İdaresine karşı dava açmıştır. Davayı reddeden İdare Mahkemesi başkasının vekâlet ettiği muhtarlık görevi nedeniyle başvurucunun muhtarlık ödeneğinden yararlanmasına olanak bulunmadığını kaydetmiştir. Başvurucunun itiraz istemi ve sonrasında karar düzeltme talebi reddedilmiştir. Başvurucu, tutuklu kaldığı süre için muhtarlık maaşının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.(Paraf.2vd)
3.MAHKEMENİN DEĞERLENDİRMESİ VE İHLAL KARARI
Başvurucu hakkındaki beraat kararının kesinleşmesinden sonra 5271 sayılı Kanun uyarınca maddi ve manevi zararlarının tazmini için dava açmış ve kazanmıştır. Ancak başvurucuya tutuklu kaldığı dönemde alması gereken muhtarlık maaşı verilmemiştir. Bunun üzerine başvurucu idari yargıda dava açmıştır. Mahalle muhtarı olarak seçilen başvurucu, 2108 sayılı Kanun hükümlerine göre muhtarlık ödeneği almaya hak kazanmıştır. Ayrıca beraat ettiğinden dolayı başvurucunun tutuklu kaldığı süre için uğradığı zararların tazmin edilmesi gerektiği de tespit edilmiştir. Buna göre başvurucunun söz konusu zararlarının karşılanması ve bu kapsamda muhtarlık ödeneğini elde etme yönünde meşru bir beklentisinin olduğu kabul edilmiştir.
İdari yargı yerleri, -Kanun’da yer almamakla birlikte- Yönetmelik’teki düzenlemeye atıf yaparak bu aylıkların ödenemeyeceği yönündeki bir yorumla başvurucunun talebini reddetmiştir. Oysa başvurucu ilgili Yönetmelik’te değinilen hastalık veya izin gibi sebeplerle kendi isteğiyle görevinden ayrılmamıştır. Derece mahkemeleri ilgili Kanun ve Yönetmelik hükümlerini yorumlarken başvurucunun hangi sebeple görevinden ayrılmak zorunda kaldığını dikkate almamıştır. Başvurucunun maaşının Kanun gereği ödenmesi zorunlu olup aksi yönde bir sınırlama yoktur. Yönetmelik’teki düzenleme dikkate alınsa dahi başvurucunun kendi isteği dışında görevinden ayrılmaya zorlandığı göz önünde bulundurulmalıdır.
İlgili kanun hükümlerine göre tutuklama sebebiyle başvurucunun uğradığı zararların tazmininin gerektiği kabul edildiği hâlde söz konusu aylıkların başvurucuya ödenmemesinin haklı bir sebebi ortaya konulamamıştır. İlgili kanun ve yönetmelik hükümlerinin derece mahkemelerince katı bir biçimde yorumlanması nedeniyle muhtarlık aylıklarının ödenmemesi başvurucuya aşırı bir külfet yüklemiştir. Mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuştur. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale bu sebeple ölçülü değildir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
4.NETİCE VE DEĞERLENDİRMELER
Anayasal mülkiyet hakkının kapsamını açıkladığımız kısımda da belirttiğimiz üzere; bu kapsama kural olarak sadece mevcut malvarlığına yönelen müdahaleler girmektedir. Ancak bunun istisnası ise meşru bir beklentinin olmasıdır. Meşru beklenti, objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına ya da ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayanan yeterli derecede somut bir beklentidir. Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşmenin ortak korunmasında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tespit, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir.Anayasa Mahkemesi’nin 2016/12233 sayılı başvuruya dair vermiş olduğu kararda da mevcut bir malvarlığı değil meşru bir beklentiye dayanan malvarlığı konu edilmiştir. Zira henüz ödenmemiş olan maaşlar bireysel başvuru konusu edilmiştir. Ancak 2108 sayılı Muhtar Ödenek ve Sosyal Güvenlik Yasası’nın 1’inci maddesine göre başvurucu mahalle muhtarı seçilmiş biri olarak muhtarlık ödeneği almaya hak kazanmıştır. Yine tutuklu kalıp sonrasında beraat eden ve bu karar da kesinleşen başvurucu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141 ve devamı maddeleri uyarınca da tazminatını da almıştır. Mezkur nedenlerle de başvurucunun mevcut bir malvarlığı olmasa da Kanun ve yargı kararlarına dayalı meşru bir beklentisinin de olduğu aşikardır. Nitekim Mahkeme de meşru beklenti kabulü ile ihlal kararına varmıştır.
Anayasa Mahkemesi’nin 2016/12233 sayılı başvuruya dair vermiş olduğu kararı, anayasal mülkiyet hakkının kapsamının belirlenmesi adına güzel bir örnektir. Yine meşru beklenti kriterinin de ortaya konulmasında değerlendirmeleri içererek başvurucu adaylarına yol göstermekte ve fikir sunmaktadır.